Teknolojiyle ilgili duyduğum her yeni gelişme beni 80’li yıllara, çocukluğuma, siyah beyaz tüplü televizyonumuzdan nefes almadan izlediğim Jetgiller çizgi filmine götürür. Yürüyen bantların, uçan arabaların, görüntülü konuşmaların, robot hizmetçilerin olduğu o büyülü dünyaya… Hanna-Barbera yapım şirketi tarafından Jetgiller çizgi filminin ilk yayım tarihini hazırsanız paylaşıyorum: 1962. Benzer şekilde, 1985 yapımı Geleceğe Dönüş filmi de uçan kaykaylar, zaman makineleri ve kendi kendine bağlanabilen bağcıklı ayakkabılar gibi ileri teknolojileri öngörüyordu. Yine 80’li yıllarda ülkemizde 90 bölüm yayımlanan Kara Şimşek (Knight Rider) dizisindeki konuşabilen, sürücüye ihtiyaç duymadan kendi kendine hareket edebilen, kahramanlıktan kahramanlığa koşan zeki araç KITT, tanıdık geldi mi? Bugün baktığımızda, bu teknolojilerin bazıları gerçekleşmiş (örneğin robot süpürgeler, görüntülü konuşmalar, otonom araçlar), bazıları ise bir hayal olarak(?) kalmıştır. Yapay zekânın hikayesi de, insan hayal gücünün sınırsızlığını gösteriyor. Çünkü sınırsız olan insanın hayal gücü bu teknolojiyi üretiyor.
Alan Turing, 1950 yılında kaleme aldığı “Computing Machinery and Intelligence”1 makalesiyle, yapay zekanın ilk adımlarının atılmasına öncülük etmiş. Turing’in “Bir makine düşünebilir mi?” sorusu, insanın kendi kendini sorgulamasına da yol açacak nitelikte. “Bir makinenin sizinle aynı seviyede düşünmesi ya da anlaması” kulağa nasıl geliyor? Bilim kurgu filmleri izleyen bir nesil için tanıdık, aynı zamanda belki biraz da ürkütücü…
Kaynaklar, “Yapay Zekâ” teriminin ilk olarak 1956 Dartmouth Konferansı’nda kullanıldığını gösteriyor. Başta John McCarthy, Marvin Minsky gibi isimler, bir hayali gerçekleştirme yolunda ilk adımları atmış. 1980’lerde uzman sistemlerin gelişmesiyle yapay zekâ alanındaki gelişmeler canlanmaya başlamış. Aradan geçen neredeyse yarım asırda teknolojinin hızlı gelişimiyle artık fark etmesek de hayatımızın bir parçası haline geldi.
Bu İcatlar Bize İcat Mı Çıkaracak?
Tarih boyunca teknolojik yeniliklere şüpheyle yaklaşılmış. 1899 yılında ABD Patent Dairesi Başkanı Charles H. Duell’in söylediği iddia edilen “Artık yeni hiçbir şey yok. İcat edilebilecek her şey icat edildi” sözü, teknolojinin sınırlarını hafife almanın etkileyici bir örneğidir. Benzer şekilde, Digital Equipment Corporation’ın kurucusu Ken Olsen, 1977 yılında “İnsanların evlerinde bilgisayar bulunması da ne demek? Bence hiç kimsenin evine bilgisayar sokmak için herhangi bir geçerli nedeni olamaz.” derken tarihi bir gafa imza attığının farkında değildi elbette. Ancak bugün, bilgisayarların ve dijital teknolojilerin günlük yaşamımızdaki rolü yadsınamaz. Bu örnekler, teknolojinin potansiyelini küçümsemenin yaygın bir hata olduğunu gösteriyor. Yapay zekâ da benzer bir aşamadan geçiyor. Kimileri onu bir tehdit olarak görürken, kimileri ise sınırsız fırsatlar sunan bir araç olarak değerlendiriyor. Bakalım bu yazının sonunda siz ne düşüneceksiniz?
Değişim çoğu zaman korkutucu gelir çünkü bilinmezlik içerir. Bilinmeyenden, öngörülemeyenden korkarız. Endüstri devriminde makineler fabrikalarda yerini aldığında, işsizler ordusuna yol açacağı düşünülmüş. Ancak o dönemde makineler insanların işlerini kolaylaştırarak yeni beceriler kazandırmak için bir fırsat yaratmıştı. Aynı şekilde, yapay zekâ da eski iş modellerini değiştirebilir ve yerine daha verimli, yaratıcı ve kişiselleşmiş bir sistem getirebilir -ki getirmeye başladı bile-. Hangi filmden hoşlanacağınızı, hangi saatte ne yemek isteyebileceğinizi, o dönem neye ihtiyacınız olduğunu öğrenip ona göre seçenekler sunmaya başlayalı uzun zaman oldu, siz fark etseniz de etmeseniz de… Ve çoğu bilim insanı bunun daha bir başlangıç olduğunu düşünüyor. İtiraf edelim; bu yenilikler, çoğumuzda bir yandan heyecan uyandırırken bir yandan da “nereye gidiyoruz?” sorusunu akıllara getiriyor.
Yapay zekâ, tekrarlayan ve öngörülebilir görevleri yerine getirebilme yeteneğiyle birçok sektörü dönüştürmeye başladı. McKinsey’in raporuna göre2, günümüzdeki 10 meslekten 6’sı, %30 oranında otomatize edilebilir. Tamamen ortadan kaybolacak işlerin oranı sadece %2. Sonuç olarak işler %98 oranında kalıyor ama dönüşüyor. Örneğin üretim hatlarındaki tekrarlayan görevler, özellikle montaj, paketleme ve kalite kontrol gibi işler, yapay zekanın yönlendirdiği robotlar tarafından yapılmakta. Bunun yanında muhasebe, veri analizi ve veri girişi gibi standart işler, yapay zekâ tabanlı yazılımlar sayesinde daha hızlı ve hatasız bir şekilde yapılabilmekte. Chatbotlar ve sanal asistanlar, temel müşteri hizmetleri sorularını hızlıca yanıtlayarak bu alanda çalışanların işlerini kolaylaştırabilmektedir.
İnsan Aklıyla Üretilen, İnsanı Yenebilir Mi?
Yapay zekâ, hesaplama hızı, gücü ve doğruluğuyla insanın hızına, gücüne ve doğruluğuna meydan okusa da yaratıcılık, empati ve etik değerler doğrultusunda karar alma gibi özelliklerde insanın yerini alması da pek mümkün görünmüyor. Stanford Üniversitesi’nin bir araştırmasına3 göre, insanlar ve makineler arasındaki en büyük fark, insanların duygusal zekâsıdır. Bu beceri; liderlik, eğitim, müşteri ilişkileri ve yaratıcı süreçler gibi alanlarda insanın vazgeçilmez olmasını sağlar. Özellikle benim de tüm süreçlerinde aktif rol aldığım eğitim alanında insan dokunuşu her zaman kritik bir faktör olacak. Empati kurmak, yüz yüze iletişimde duyguları fark etmek ve katılımcılara rehberlik etmek gibi beceriler, sadece insana özgü. Yapay zekâ eğitim alanında yardımcı bir rol oynayabilir, ancak insanın yerine geçmesi pek mümkün görünmüyor.
Sonuç olarak, yapay zekâ işleri ortadan kaldırmaktan çok dönüştürmekte. Önemli olan, bu dönüşümün bir parçası olabilmek için ne yapacağımız. Yapay zekâ; tekrarlayan işleri hafifletmek için harika destek, bize unutmaya başladığımızdan şikâyet ettiğimiz insani yönlerimizi daha fazla kullanmamız için zaman kazandırmaz mı? Ne dersiniz?
Ece ÜVEY
Kaynaklar:
- Turing, A. M. (1950). “Computing Machinery and Intelligence.”
- McKinsey Global Institute. (2021). “COVID 19 Sonrası İşimizin Geleceği.”
- Stanford University. (2020). “Human-Centered Artificial Intelligence.”