Balkanlardan gelen bir göçmendi benim anneannem. Babasını hiç tanımamış, annesini ise 6 yaşında kaybetmiş, abisiyle kendisi farklı ailelere evlatlık verilmiş olarak birbirlerini görmeden 40 yıl ayrı yerlerde yaşamışlardı.
Balkan mübadelesinde kıtlıkla mücadele eden ailesi Selanik’ten Sinop’a göç etmiş, göçten 6 yıl sonra ise henüz 16 yaşında görücü usulü dedemle evlenmişti. Hiç okula gitmemiş, tarla sürmekten, ev işi yapmak ve çocuk büyütmekten başka hayat deneyimi olmadan acılarla dolu hayatına 38 yaşındayken 18 yaşındaki oğlunu ise denize kurban vererek devam etmiş. Bu acı onu yine yaşadığı toprakları terk etmeye ve Samsun’a yerleşmeye zorlamış.
Benim için tonton tatlı mı tatlı bir anneanne olmanın ötesine geçişi ise onun hayat karşısında verdiği mücadeleyi tekrar tekrar anneme anlattırdıkça oluştu.
Her özel günde yamacına topladığı 6 evlat, 3 gelin, 3 damat, 16 torun ve 2 torun çocuğuyla nasıl hemhal olduğunu, kimin ne derdi varsa onun kara kutusunda saklı olup da çare bulunduğunu ölümünden sonra tek tek konuştuğum insanlardan öğrendim. Eşiyle sıkıntısı olanı bir arabulucu edasıyla çözer, parayla sıkıntısı olanı parası olanla buluşturur, işsize iş, aşık olana dert ortağı olurmuş meğer. Evlatları, torunları ve çevresindeki insanlara adanmış hayatında aslında her şeyi nasıl bir beceriyle hallettiğini, derdi olanın derdine nasıl çare, hayattan bezmiş olana nasıl mücadele ruhu aşıladığını, dürüstlüğü, iş kalitesini, girişimciliği, empatiyi, etkili dinlemeyi, iletişim ustalığını ve liderlik vasıflarını bu tanımları bilmeden nasıl da hayatının merkezine kattığını bir bir örneklerle fark ettim.
Onun hiç Nobel ödülü olmadı. İyi keman çalıp, mükemmel satranç da oynamadı. Atomu parçalamak şöyle dursun 1975 yılında eve televizyon getiren dedeme bunun kime ne faydası olacak ki çıkışıyla herkesten geri kafalı eleştirisi almış meğer garibim.
Dünyanın gelmiş geçmiş en zeki insanlarından biri kabul edilen Einstein ise; IQ su ile büyük başarılar imza atıp bilim dünyasında çığır açarken, hayatın anlamı ve mutluluğu yakalama konusunda sınıfta kalmıştı.
Aşk evliliği yapmış olmasına rağmen evliliğin üçüncü yılında eşine “Benimle evli kalmak istiyorsan benden şikayet etme, yemeğimi odama 3 öğün düzenli getir, benden dostluk ve yakınlık bekleme. Kimseyle de sosyal ilişki kurma” diyordu. Evliliğinin 11. yılında ise boşandı. Sonraki evliliği de hüsranla bitti. Ne kendini mutlu edebildi, ne de çevresindekileri anlayan, duyarlı, empatik bir adam olarak anılabildi.
İşte bu yüzden, IQ’nun yanında EQ’nun yani duygusal zekanın önemi gün geçtikçe daha net anlaşılmaya başladı. Yapılan pek çok araştırma da bu gerçeği doğrular nitelikte. L. M. Spencer Jr.’ın 15 global şirketin 300 üst düzey yöneticisi üzerinde yaptığı araştırmaya göre başarılı olanları sıradan olanlardan ayıran özellikler IQ’dan çok duygusal zeka becerileri. Aynı şekilde Center for Creative Leadership, yöneticilerin işlerinden olmasının en önemli nedenler duygusal becerilerle alakalı. Araştırma firması Egon Zehnder International’ın incelediği 515 üst düzey yöneticiden özellikle yüksek duygusal zekaya sahip olanların, daha fazla deneyim ve yüksek IQ konusunda en iyi olanlardan daha fazla başarılı olduğu görülmüş.
Benim tonton anneannem taşıdığı ve hayatına kattığı tüm bu özelliklerle hayat sınavını başarıyla geçerken, hayat başarısı ve mutluluğun anahtarı duygusal zekanın aslında neler yapabileceğini göstermiş birçok adı duyulmamış insandan bir tanesi.
Şüphesiz zeki insanlara dünyanın çok ihtiyacı var ama sadece zeka içinde duygu, ahlak ve vicdan olmadan çok tehlikeli bir durumu da beraberinde getiriyor. Bunu görmek için insanı canından bezdiren yöneticilere, bilimi, insanı yok etme üzerine kurgulayan bilim adamlarına ve toplumları savaşa sürükleyen liderlere bakmak yeterli olacaktır.
Kaynak:
Prof.Dr. Nevzat Tarhan-Pozitif Psikoloji
Murat Tuzcu-Duygusal Zeka ve Başarı